Cumartesi, Şubat 03, 2007

Kavga

O gün birilerinin doğum günü vardı. Erkek ki biz ona artık kısa ve net olarak E diyeceğiz, bu tip arkadaş ortamlarındaki ufak tefek organizasyonlara tek başına gitmeyi sevmezdi. Mutlaka yanında sevdiği, en azından ortamda sıkıldığında beraber geyik çevirebileceği, etraftaki insanların kusurlarını bulup onlarla dalga geçebileceği ve içinden kahkahalarla gülebileceği bir arkadaşının bulunması isterdi. O gün de öyle oldu, bir arkadaşını ikna edip doğum gününe arkadaşıyla birlikte gitti. E’nin ona sıkıldaşlık etmesi için beraberinde getirdiği arkadaşı da doğum günü sahibinin ve diğer misafirlerin arkadaşıydı.
Doğum günü partisi, çok şaşalı olmayan, eskiden öğrenci evi olan ve şimdilerle öğrencilikten emekli olup çalışma hayatına atılmış emekli öğrencinin cebine para girmesiyle adama benzemiş bir evde yapılıyordu. Artık evde, öğrenci evinin iğrençliğinden eser yoktu. Güneşin batmasıyla insanlar birer birer eve damlamaya başladı.Çalışma hayatına atılan bu emekli öğrenci grubu artık ancak böyle özel günlerde beraber oluyor, hasretlerini böyle gideriyor ve kimin daha kolay yaşlandığını böylelikle gözlemliyorlardı. Birbirlerine ayda kaç para kazandıklarını da sormaları en sevdikleri hobileri haline gelmişti. Ev kalabalıklaştıkça, hasretler giderildikçe ortam ısınmaya başladı, haliyle muhabbet koyulaştı.
Doğum günü pastası kesilene kadarki safhada pek alengirli olay olmadı. Hediyeler verilmeye başlandığında ise E’nin tek hatırladığı şey, hediye seçmekte ne kadar zorlandığıydı. Gerçekten de bu işlerden hiç anlamıyor, insanlara özel günlerde ne hediye alacağını bilmiyor dahası kafası da çalışamaz hale geliyordu. Adeta mallaşıyor, eski bir doğum gününde sevdiği arkadaşına aldığı aptal vazoyu hatırlıyordu. Baştan beri alacağı hediyelerin, hediye sahiplerine derin manalar sezdireceğine inanıyor, “ulan biz bunu aldık ama şimdi bu kız yanlış anlamasın bişi mi ima etmeye çalışıyorum diye” gibisinden düşünceler kafasından hızla akıyordu. Bilhassa bir kız arkadaşına hediye almak istediğinde sorguladığı şuydu: Bunu alacağım ama beğenecek mi? Çünkü kız kısmında beğenme portföyü hiç geniş değil, daracıktı. Hiçbir şeyi beğenmiyorlar, mahsus yalandan “ay çok teşekkür ederim ne ince düşüncelisin” gibi yalanları sıralayıveriyorlar, daha sonra da: “ulan ne öküz adammışsın ala ala bunu mu aldın”. Bunun farkında olan E, kız arkadaşlarının bu yapmacık ve yalansal hareketlerine sinirleniyor, hediye aldım mı adam gibi bir şey alayım da sussunlar diyordu içinden.İnsanların arkasından konuşmaları da hiç hoş değildi. Başkalarının aldığı hediyelere de dikkatle bakar, sanki hediyelerine kalitesinden bir fizibilite raporu yazacakmışcasına onları incelerdi. İşte, o günkü doğum gününde gene lanet olasıca dikkatine yenik düşmüştü. Kızın biri doğum günü hediyesi olarak şuanda bahsedilmesine gerek olmayan çok komik bir objeyi paketletip doğum günü çocuğuna vermişti. E, bu duruma çok güldü. Hatta dayanamayarak kahkaha attı. Ortamdaki erkeklerden daha ziyade kızların genel bir tavrı oldu. Bu çocuk neden gülüyor diye manalı bakışlar kınından çıkan kılıç gibiydi. Bazılarının ağzından o meşhur ayıplama ifadesi döküldü: “Nıçk nıçk nıçk ve bir kez daha nıçk”. Peki E durup dururken bu komik hediyeye neden histerik kahkalar attı? Bilemiyoruz;ancak bildiğimiz şey şu ki, E’nin bu tip ortamlarda geleceği pek parlak değildi. Bukalemunlaşmak lazımdı, uyum sağlamak. Herkesin gülmediğine gülmemek.
Hediye temaşasının ardından, E’nin korkunç kahkasının şok edici etkisinden sonra pastalar yendi, kolalar içildi artık sıra daha ciddi konulara, mesela alkole geldi. Bir anda masaların üzerine konan votka ve bira şişeleri özelikle E ve yanında getirdiği sıkıldaşının gözlerinde flaşlar patlattı, E’nin kontakt lens dolu gözleri açıldı. Alkol ve kızlı ortam hep E’nin ve sıkıldaşının dikkatini çekmiş, bir gün olsun da Amerikan ev partilerindeki ortam bize de gelse de neler oluyor acaba izlesek diye iç geçirdiler. Ortamda çiftlerde vardı, onlar kötüydü çünkü birbirlerini severler, ilişkileri haricindekileri dışlarlardı. Erkekleri abazan, kızları da evde kalmış diye küçük görürlerdi. E’yi bekleyen bir sorun da, kahkahasının ortamdaki kızlar üzerindeki etkisiydi…
Müzik ve alkol iyi bir ikili oluşturmuş, insanlar daha bir kaynaşmasına yardımcı oldular. Birbirini tanımayan insanlar yavaştan “tanışalım mı?” moduna giriştiler. Bu arada, E ve ona sıkıldaşlık eden arkadaşı da ortamı gözlüyorlar bir yandan da demleniyorlardı. E, gözlerindeki kontakt lensin kurumasını hissettiği anda gözleri daldı. Gözleri yeniden hayata döndüğünde karşısında gördüğü kız onu felce uğrattı. Aşık falan olmamıştı, felce uğramasının tek sebebi bu kızın hediyesine güldüğü K olmasıydı. K, sanki kahkahanın öcünü alacakmışçasına E’nin karşısına dikilmiş ona dik dik bakıyordu. E de bu saniyelik olay arasında sıkıldaşı olan arkadaşını gözleriyle aramış, onu ortamdaki kızlarla muhabbet ederken bulmuştu. İşte şimdi kahkahasıyla kendi çapında madara ettiği kızla, K ile yalnız kalmış, kamikazeler gibi dalışı bekleyen K’nın nefretine maruz kalacaktı. K, uzun siyah saçlara sahip, kot pantolon üzerine siyah uzun kollu vücudunu saran bir svetşort giymişti. Diğer erkeklerin ilk bakışlarında “ulan ne hatunmuş” diyecekleri güzellikte değildi, “taş” sınıfına da girmiyordu. Ama güzeldi, kendine has bir havası vardı. E’nin dikkatini de bu çekmişti ama bir anda tekrar gerçek hayata döndü; çünkü birazdan fark edilmiş güzelliğin hışmına uğrayacaktı. K, öncelikle hediye verirken E’nin neden kahkahalarla güldüğünü ve alaycı ifadeler aldığını sordu, hiç utanması yok muydu? İnsanlarla dalga geçmek onun hoşuna mı gidiyordu? Kendisi mükemmel miydi? Kendisini ne sanıyordu? İş sadece sorularla kalsa iyi, E’ye bir de tokat patlattı. Evet evet resmen bir kız E’ye tokat patlatmıştı. Bu vahim durumun tek avuntusu, K’nın patlattığı tokadın yankısı diğer insanlar tarafından hissedilmemiş, sadece E ile K arasında kalmıştı. Herkes uğultunun içine dalmış, bu ikiliyi dikkate değer bulmamıştı. Alkol ve müzik vardı. Tokadın etkisi E’de derin oldu. Hiçbir şekilde bir kızdan, hele hele dalga geçtiği K’dan böylesine bir hareket beklemiyordu. K ise tokadı patlattıktan sonra arkadaşlarının arasına döndü. E ise, tıpkı Türk filmlerinde jönün tokat yedikten sonra elini yanağına götürmesi hareketini yaptı, şaşırdı. Şaşkınlığı sürerken sıkıldaş arkadaşı geldi “ne oldu lan kız ne yaptı?” diye sordu. E ise olan biteni anlatıp anlatmamak konusunda kararsız kaldı, çünkü anlatırsa sıkıldaşı bunu tüm gece dalga konusu yapacak, onunla feci alay edebilecekti. E zoru seçip olup biteni anlattı. Sıkıldaşı sadece iğrenç bir “ehehehe” patlattı.
Doğum günü partisi normalden erken başlamıştı, gece daha uzundu. İnsanlar popüler müzik şarkılarının yanında zamanın Türkçe alternatif rock parçaları eşliğinde muhabbet ediyor, kaynaşıyordu. E ve arkadaşı evin içerisinde bazen dolaşıyor, bazen muhabbet ediyor bazen de gözlerine kestirdikleri geyiklere katılıyorlardı. Gözü bir an bir şeye odaklandı. K, diğer kızlara E’yi gösterip iştahla E’yi nasıl haşladığını, ona nasıl tokat attığını anlatıp gülüyordu. E bu duruma çok sinirlendi. Hemen oradan uzaklaştı ama kendisine de kızdı. Bir kızın oyuncağı haline gelmiş resmen bir kızdan tokat yemiş alay konusu olmuştu. Ortamda aptal aptal dolaşmaya başladı. Aklı alay konusu olmasındaydı. Koridorda dolaşırken K ile karşılaşıyor, K’dan “kendini bir şey mi sanıyorsun” gibisinden laflar işitmeye devam ediyordu. E artık dayanamadı ve K’ya hak ettiği karşılıkları vermeye başladı. Onun ne kadar aptal bir kız olduğunu, hediye olarak seçtiği şeyin Eminönü’nde 1 liraya satıldığını, bula bula bunu mu bulduğunu söyledi ve hemen uzaklaştı. Aradan tahminen yarım saat geçtiğine K ile E yeniden ev içinde karşılaştılar ve birbirlerine dozajı biraz düşük olsa da hakaret etmeye devam ettiler. K bu sefer E’nin yalnız ve çaresiz olduğunu, neden bir kız arkadaşıyla değil de sıkıldaşım dediği elemanla geldiğini yüzüne vurdu. E bu soruya sinirlendi, kızdı, öfkelendi; çünkü K, gerçeği yanağına attığı tokat gibi vurmuştu;fakat onun da geri kalır yanı yoktu. Hadi E öyleydi, ya kendisi nasıldı? O da yalnız değil miydi? Güzelim diye ortalarda dolaşıyor ama erkek arkadaş edinememişti kendisine. Ya kimse onu beğenmiyordu ya da kibrinden o kimseyi beğenmiyordu. 20li yaşlarının başlarındaki iki genç tekrar birbirlerinden uzaklaştılar. E’nin canını sıkan saatin daha erken olması, adam gibi yeni insanlarla tanışamaması bu aptal kızla yarımşar saat aralarla laf kavgasına giriyor olmasıydı. Bir an için kendisinden utandı, keşke kahkaha ile gülmeseydi. Hıncını da sıkıldaşı olan arkadaşından çıkartıyordu, “ulan ne mal adamsın ya bi kız ayarlayamadın bize şuradan senin yüzünden abazan kaldık gavat, bak ifil ifil O.C’.deki hatunların benzerleri var” dedi. Sıkıldaşı oralı bile olmadı, gözüne kestirdiği kızlarla tanışma hayalleri kuruyor, bazılarını hayata geçiriyordu. E’nin yanından ayrılıp öylece gitti. Yalnız kalan E ise doğum günü çocuğunun yanına gidip ne güzel bir parti olduğunu, sorması ayıp kaç yaşına girdiğini ve gelen hediyeleri sordu. Elindeki limon votkayı da bitirmeye çalışıyordu ama limonun ekşiliği tüketmişti onu tam anlamıyla. Bardaktaki votka da tükendiğinde kendisini daha hararetli muhabbetlerin döndüğü salona attı. Müzik setinden gene sevdiği tınılar geliyor, bir yanda yiyişen çiftleri görüyor bir yanda suratlarında mutlu ifadelerle bolca muhabbet edip kahkahalarla gülen insanlar görüyordu. Ama gene o kin dolu gözlerle karşılaştı. Artık karabasan halini almaya başladı. Ortaokulda çıkma teklif ettiği kızlar geldi aklına, onlarda da böylesine acımasız gözler vardı. Hiçbiri kibrinden beğenmemişti. Fena sayılmazdı aslında, ortaokul ve lisede basketbol oynamanın avantajıyla uzun boyluydu, tipi de düzgündü. Ama o kibirden ölen kızlar, kimseyi beğenmeyip evde kalan kızlardı tek düşmanı. K da onlardan biri gibiydi sert bakışlarıyla. E’nin yanına yaklaştı. “Naber küçük prens eğleniyor musun?” dedi. E ise istifini bozmamak istedi, “Sayenizde hayır küçük hanım” dedi. Tokat olayında olduğu gibi kendisini gene Türk filminde yaşar gibi hissetti. Diyaloglar ve davranışlar yavaştan film formatına girmeye başlamıştı. E bunları düşünürken K da “ay yazık kıyamam” dedi ama ses tonu çok alaycıydı ve E’nin yanında ayrılıp başka bir odaya geçti. E de artık bu işe dur demenin zamanı geldi diye düşündü, K’ya tokadın ve bütün bu alayların faturasını ödetecekti. K’nın peşinden koştu, onu nedense boş olan odalardan birinde buldu. Onu bulduğunda K, koltuğa oturmuş cep telefonuyla oynuyordu. E tepesine dikilip “kalk bakalım” dedi, “karşında çocuk yok lan” dedi. “Lan” kelimesinin üstüne basarak konuştu, bir şeyler vurgulamak istiyordu. K merakla ayağa kalkıp, lisede okul çıkışı kavgalarında olduğu gibi “kalkarsam naparsın ulan?” gibisinden baktı. “Bana bak bir daha milletin içinde bana öyle imalı laflar edersen senin canını yakarım”, “Aman çok korktum…” “Ne aptalsın sen ya” “Hahah oğlum git işine yaa tüm gece senin aptal bakışlarını mı izleyeceğim?”. Bu konuşmalar geçerken her iki genç de birbirlerinin gözlerine kilitlendiklerini fark ettiler. Diyaloglar rezaletti ama gözler birbirine kilitlenmişti. Bu zamana kadar sadece nefretle baktığı bu kıza bir anda farklı bir şeyler hissetmeye başladı E. Kızın bakışlarında da bir değişiklik vardı. K da, E’nin yüzüne ve boyuna dikkat kesildi. Kızgınlıkla fark etmediği bu çocuğu inceledi birkaç saniye ve neden tüm gece bununla uğraştığını sordu kendisine. Ne yapıyorum ben ne oluyor diyerek arkasına dönerek gitmeye yeltendi. Bunu gören E de onu kollarından yakaladı. Sert olmaya çalışmıştı, kızın yüzüne dikkatlice baktı ve kollarını serbest bıraktı. K ise, buna sinirlenmişti hem de E’nin ona dokunmasını garip karşılamıştı. “Sen kim oluyorsun be?” dedi ve bu sefer K E’yi yakaladı ve ona acı çektirmek istediğini belli eder gibi kollarını sıktı sıktı sıktı hatta tırnaklarını kollarına geçirmeye başladı. E de hiçbir acı ifadesi yoktu. Gözlerinin K’nınkilerle birleştiğini fark etti. “Ulan” dedi içinden, “yoksa bu hatuna aşık mı oldum ne”. Aynı şeyleri K da içinden geçiriyordu. İkisi de büyük aşkların kavga ile başladığını saçmalık olarak görüyordu. Gelgelelim her ikisi de bu saçmalığa kapılmışlardı. E’nin boyu K’dan uzun olduğu için, K yavaşca başını kaldırıp sakince “Boyun kaç senin?” diye sordu, E’nin kollarını tutmayı da bırakmadı ama daha sıkı tuttu sanki sarılır gibi. “1.85 falanımdır” diye cevapladı E. K bu arada E’nin kollarını mıncırmayı bir kenara bırakıp elleriyle E’nin kollarını kavradı. K’nın aklından geçiyor muydu bilinmez ama E’nin aklından geçen şuydu: Sadece filmlerde gördüğüm şeyler başıma geldi ve evet bu kıza aşık oldum. K’nın hareketleri ve bakışları ise E’nin düşündükleriyle paraleldi. K da bu çocuğa aşık olmuştu. İkisi de heyecanlandıklarını hissettiler, başları birbirlerine yaklaşmaya başladı.Dudakları da öyle…

Not: Yazdığım ilk 3.ağızdan hikayeydi, çok uzattığımı sanıyorum biraz saçmalamış olabilirim. Bir oturuşta yazdım ara vermeden. Konu da biraz 16-17 yaş macerası gibi oldu ama idare edin işte kaç aydır yazı yazmıyordum. Son olarak, olay benim başımdan falan geçmedi, ulan ne ibne adamsın kız arkadaşınla tanışmanı buraya yazıyorsun demeyin. Hikaye tamamen sallamasyondur.

4 Comments:

Blogger orhan perver floydian said...

gayet de hoş olmuş. sonunda ne oluyor diye merakla bekledim doğrusu. zaten en sinir olduğum şey, filmlerde esas kızla esas erkeği bir türlü öpüştürmemeleri :))

oh be rahatladık :))

not: bu arada "sıkıldaş" da iyi bir tabirmiş.

12:52 ÖS  
Blogger Fatih Baş said...

Meybuz, harbiden iyi bağlamışsın hikayenin sonunu.

Bu arada ben de "öğrenci emeklisi" tabirini beğendim baya. :)

12:13 ÖS  
Anonymous Adsız said...

hacı sıçmışsın gene ama ; bazen halının altındaki pislikleri vakumlayışın takdire şayan ..

1:15 ÖS  
Blogger zafer gazozu said...

bazen halının derken?

5:55 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home