Pazar, Ekim 30, 2005

Çocukluk-1




“Top Benim” dedikten sonra beni ve Cingan Mehmet’i gösterdi ve ekledi: “Sen ve sen oynicaksın”.Az biraz bekledikten sonra Uygur’u işaret ederek gene sözlerine ekledi: “Sen oynamicaksın!”.Mahalle kanunları arasında böyle gaddarca bir kural vardı.Top kiminse o belirlerdi maçta kimin oynayacağını.Şanslıydım;çünkü seçilmiştim.Esasen bizden hiçbir farklı tarafı olmayan,sadece top sahibi sıfatını elinde tutan Ali’nin gözüne girmeyi başarmıştım.Mahalle maçında takıma seçilmeyen çocuk rolünü daha önceden oynadığım için bir daha oynamak istemiyor;aksine daha da hırslanıp golleri sıralamak istiyordum.Ali’nin gerçekten çok klas bir mikasası vardı.Biz de el mahkum bu tırtın dediklerini yapıyorduk.Tırtlığını gözüne sokarak onu bazen zorla kaleye geçiriyorduk.Mahallede top sahibi hiçbir zaman kaleye geçmeyi kabul etmezdi;ısrar edersen “top benim lan alır topumu giderim!” diye bizi tehdit ederdi.O zamanlar aklım erseydi kesinlikle bu sömürüye,bu ağalık düzenine karşı çıkar;üstüne üstlük mahalledeki çocukları “herkese bir top!” sloganıyla devrimci örgütlenmeye sokardım.Ne yazık ki o günlerde hayal gücümü ismini renginden alan çeşit çeşit acayip zor ama tatlı oyunlara sahip Kara Kutu’yla uzaya açılmak için kullanıyordum.
Maç her zamanki gibi 4-5 tane tamamen beyaza boyanmış bloktan oluşan sitemizin önündeki boş arazide gerçekleşecekti.Sitemizi o zamanlar Sovyet işçi konutlarına benzetenler vardı.Hiçbir zaman bu betimlemeye katılmadım;çünkü evlerimizdeki odalar ve balkonlar gayet genişti.Keza dışardan bakıldığında içinde tıkış tıkış yüzlerce kişinin yaşadığı 3.Dünya Ülkesi apartmanlarını da benzemiyordu.Sitenin önündeki arazi de uzun zamandır boş ve sahipsizdi;zira artık maç yapmaktan arazi aşınmış ve kale direklerine sahipti.Sahaya paralel olarak az ötede tek katlı müstakil bir ev ve bu evin yeşil bahçesi vardı.Siteyle saha arasında ise ilçeden kırsala giden yol vardı.Çok sık kullanılmaz arada bir araç geçerdi.Müstakil evin sahibi ise evini büyük büyük çitlerle çevirdiğinden orayla pek işimiz olmadı.Sitedeki tüm genç ve çocuklar boş araziyi sahiplenir,onu korur ve severdi.
Amatör mahalle maçlarında maç,topun 20-30 metre havaya atılmasıyla resmen başlar.Maç başladığı anda kendimi defansın bel kemiğinde buldum.Bizim takımda sevdiğim çocuklar vardı.Bunlar oynadıkları zaman cidden çok iyi oynuyor,takım oyunun tüm gereklerini yerine getirip kolayca futbolun meyvesine ulaşıyorlardı.Biz de defanstaki diğer arkadaşlarla ve kaleciyle havalara uçup “oley” işareti yapıyorduk.Ancak her zaman mutlu tablo gerçekleşmeyebilirdi:karşı takımda da hırsız gibi kaçan,maymun gibi çalımlar atanlar da yok değildi ve hatta birkaçı benim sınıf arkadaşımdı. Maça tüm bu gerçeklerin bilincinde başladım.Defanstan top geçiyor;ama adam geçmiyordu.Maç normal seyirde devam ederken ara sıra kaleye geçtim.Top bana geldiği zamanlarda terim yerindeyse nokta atışı yaparak taa bizim forvetin ayağına topu degajlardım.Bu özelliğimden dolayı beni kaleye geçmem konunda takım arkadaşlarım cesaretlendiriyorlardı.Ben ise bu sahte sırt sıvazlamanın farkında olarak “topa ben de vuracam” felsefesiyle sahaya çıkardım.Kalecinin asli vazifesi olası golleri engellemek ve degaj vuruşu yapmaktan başka bir şey değildi.Kaleye geçen her daim sıkılandı.Hem maçı izleyen kızlar varsa,onlara hava atmanın,caka satmanın yolu kalecilikten geçmezdi.Gerçi kız taraftarlı çok az maça çıktım.Tsubasa ve takım arkadaşlarının ortamına çok özendiğimiz olmuştu;lakin bizim gibi orta sınıf ailelerinin çocuklarında bu tür yuppie’likler pek yoktu.Biz kendi halimizde çocukluğunu yaşayan,devletin alelade ilkokulunda eğitim-öğretim görenlerdik,en nihayetinde mahalle kültürünün tozunu öylesine yutmuştuk ki midemizde çamur tortusu oluşmuştu.Çok sonraları televizyonda özel okul ortamı izledim ki bu ortamı betimlemek gerekirse kız-erkek ilişkilerinin ilkokul yıllarından başlayıp liseden mezun olana kadar sıkı olduğu bir yerdi.Benim Semih’le,Samet’le,Mevlüt’le ve hatta Cingan Mehmet’le olan arkadaşlık ilişkimi Berkan,Can,Egemen gibi isimler Nehir’lerle, Ece’lerle,Gizem’lerle kuruyordu.Bizim kızlarla olan mesafemiz sadece yatılı olan anaokulunda yakındı;ancak o zamanlar artık geride kalmıştı.İlkokul çok garip bir zaman dilimiydi.Hayatı algılamaya yeni başlayacak,hayal gücümüzü rayına oturtacak ve yakın zamanda kapıya dayanacak olan ergenliğe hazırlık yapacaktık.40 yılda bir fabrika satış mağazasından alınmış LC Waikiki’ye bürünecek ama genelde pazar malı kilim motifli kazaklardan vazgeçmeyecektik.Zaten ne giydiğinin önemi yoktu.Önemli olan ucuzla yetinip özgün gözükebilmekti.Maç yaparken ise hemen hemen hepimizin ortak favorisi Hugo Boss esortmanlardı.İlginçtir,daha sonraları televizyonda Belçika menşeli tek dişi kalmış bir Hugo karşımıza çıkacak;eşortmanlardaki Hugo Boss ile herhangi bir bağ kurmayacak hatta Hugo Boss’u zihinlerimizde Victor Hugo gibi ulvi bir adam gibi düşünüyorduk.İlkokulda Sefiller’in varlığının farkında olmak ise ileride neye işaret ediyor tahmini başkasına bırakıyorum.Neyse fazla kanatlanmadan maça geri dönmenin zamanı geldi.Maç,her zamanki mahalle maçlarımız gibi sık sık küfürleşmelere;aralarda yaşanan tatsız kavgalarla kesiliyor,buna rağmen olanca hızıyla devam ediyordu.Skoru takip edemediğin zamanlarda orta sahadakilere “skor kaç?” diye bağırarak sorar ve cevabını anında alırdık.Bu da tartışma konusu oluştururdu zira karşı takım 6-7 veya 7-8 gibi skorlarda mutlaka kendi hanelerine bir gol daha fazla yazılmasını ister,bu konuda tüm çirkefliğini gösterirdi.Bu tartışmalar küfürleşmeye dönmeden “hadi lan tamam hamam parası olsun” ile sona erdirir ve bir golü onların hanesine yazardık.Gururumuz bizde kalır kimseye golümüzü çaldınız dedirtmezdik.Her ne kadar Beşiktaş’ta Takoz Recep’in oynadığı zamanlara denk gelsek de fair play ruhunu hiç kaybetmezdik.Maçı sonu ise ya akşam ezanı okunduğunda yada annesi top sahibini çağırdığında gelirdi.Maç esnasında karşılaşılan en büyük sorun oradan oraya koşmanın doğal sonucu olan dalak şişmesiydi.Bunun haricinde ne bir sakatlanma ne de kavga-dövüş yüzünden maçı bırakan görmedim.Tek sorun ailenin çağırmasıydı.İnsanda belli belirsiz merak uyandırır;ertesi gün maç sonucu herkese sorulur,eğer takım yenilmişse “oğlum beni babam çağırmasaydı var ya…” gibisinden cümleler kurulurdu.Tam tersi de mümkündü:mücbir sebebin varlığına rağmen takım arkadaşlarınız tarafından takımı sattığınız yönünde suçlamalara mağruz kalır,bu durumu düzeltmek için türlü ağız oyunlarına yatar,geçmişte oynanmış başarılı maçlar hatırlatılırdı.Hele ki geçmişte gol attığınız maç mevcutsa “benim golüm olmasaydı Ersingilleri yenemeyecektik lan ne haber?” tarzında göndermeler yapılır.Son cümlelerde aktardığım komplo teorisiydi.Eğer maçı alnınızın akıyla yendiyseniz racona uyarak etkisi geçene kadar karşı takımı gayet pis gayet çirkef şekilde maç içindeki fair play ruhunu tamamen unutarak “nası çaktık lan 10 tane?” veya “oğlum bunlara bir goller attık dün varya görmeliydin!” gibisinden tahrikler yapılır.Dönemin favori galibiyet şarkısı ise “Bu gece barda gönlüm hovarda çalsın sazlar oynasın kızlar…”.

2 Comments:

Anonymous Adsız said...

yazdıklarınız pek hoş, okuması da gayet zevkli. lakin, noktalama işaretlerinden sonra bırakmadığınız boşluklar gözlerimi yordu. türkçe kullanımına ve imlâ kurallarına dikkat ettiğiniz belli, eh nokta/virgülden sonra bir kez space'e basmak o kadar da zor olmasa gerek, değil mi? :)

9:28 ÖÖ  
Blogger zafer gazozu said...

yorum için teşekkür ederim.şuan için ilk ve teksiniz.bu arada evet yahu space tuşunu sevmiyorum sanırım.

9:49 ÖS  

Yorum Gönder

<< Home